Genişleme, Soğuk Savaş ve sonrası ilk dönemlerde AB’nin en başarılı politikalarının başında sayılırdı. Gerçekten de 1980’li yıllarda sırasıyla Yunanistan, İspanya ve Portekiz’i gayet başarılı bir şekilde mecz eden AB sayesinde bu ülkeler 20’nci yüzyılın o zamanki dönemine kadar yaşadıkları askeri ve sivil diktatörlükler, hatta ilk ikisinde kanlı iç savaşlar geride kalmış, demokratik yapıları sağlam bir şekilde oturmuş ve bunun sonucunda tarihlerinde görmedikleri bir refah ve istikrara sahip olmuştur. Bugün bu üç ülkede geriye dönüş imkânsız bir hal almıştır. Doğrusu meslek hayatımda uzun yıllar AB konusuyla meşgul olurken hep zihnimde bu üç ülkenin yarattığı örnek yer etmiş, ülkemizin de aynı yoldan giderek AB üyeliğinin onlara getirdiği nimetlere sahip olmasını dilemişimdir. Ne yazık ki bu gerçekleşmedi ve AB üyelik hedefinden uzaklaştıkça demokrasi ve hukuktan, ayrıca refah ve rasyonel ekonomik politikalardan da uzaklaştığımıza her gün biraz daha şahit oluyoruz.
AB’nin bu üç ülkeye genişlemesinin başarısı, genişlemenin genelde prestijini arttırmış, başarılı örneğin başka ülkelere de tatbik edilebileceği ve sonucun benzer nitelikte olacağı inancını pekiştirmiştir. 2004-2007 arasında çoğunlukla eski Sovyet bloku mensubu 13 ülke, son olarak da 2013’te Hırvatistan birliğe dahil olmuş ancak netice önceki genişlemeler gibi olmamıştır. Demokrasi ve hukuk geleneği olmayan, birçok bakımdan da hazırlıksız olan ülkelerin önemli bir bölümü AB üyeliğinin gerektirdiği disiplinlere ayak uyduramamıştır.
Özellikle Orta Avrupa ülkelerinin tecrübesi pek parlak olmamış, nerede ise tümünde demokratik değişim epey sancılı olmuştur. Bunların en büyüğü Polonya uçurumun kenarından dönmüş ve geçtiğimiz yıl yapılan seçim yoluyla demokrasisin iğfal edilmesini önlemişken Macaristan, Slovakya, hatta Slovenya’da işler tersine gitmiştir. Özellikle Macaristan’da AB üyeliğinin demokratik hukuk devletinin ortadan kaldırılıp tek adam diktatörlüğüne dönüşmesini engelleyememiş olması, bu ülke liderinin NATO’nun genişlemesi, AB’nin Ukrayna’ya yardımları gibi temel politikalara çomak koyması AB için bitmeyen bir baş ağrısı olmuştur. Bunun üzerine genişlemenin pek de kibirli bir şekilde ümit edildiği gibi otomatik bir Avrupa değerlerine uyum getirmediği düşüncesiyle frene basılmıştır.
Bu frenden nasibini alan tek ülke Türkiye olmamıştır. Ülkemiz kadar AB üyeliği karşısında bu kadar çok iç ve dış engelle karşılaşan aday herhalde yoktur diyebiliriz. Ancak başta nerede ise 20 yıldır müzakere eden ve nüfusu 1 milyonun altında olan, kendi para birimi dahi olmayıp Euro’yu şimdiden benimsemiş Karadağ dahi hukuk alanında gerekli reformları yapamadığı gerekçesiyle müzakerelerini tamamlayamamış, Arnavutluk, Makedonya, Sırbistan da geçen zaman içinde çok fazla ilerleyememiştir. Makedonya ilk önce Yunanistan’ı tatmin etmek için adını değiştirmiş, bu defa da Bulgaristan’ın tarihten kaynaklanan engeline çatmıştır.
2009’da resmen aday olarak kabul edilen İzlanda ise 2015 yılında adaylıktan vazgeçtiğini açıklamış, ancak Şengen ve Avrupa Ekonomik Alanı (EEA) üyeliklerini sürdürmeye devam etmiştir. İzlanda şimdiye kadar adaylıktan vazgeçen tek ülkedir.
Rusya, Şubat 2022’de Ukrayna’yı istila etmiş olmasaydı muhtemelen AB genişlemeye mesafeli bakmaya devam edecekti. Ancak Rusya’nın artık Avrupa ve genelde Batı için en azından Putin başta kaldığı sürece iflah olmaz bir hasım olarak görülmesi onunla bir nüfuz mücadelesine yol açmıştır. Genişlemenin bu nüfuz mücadelesinde etkin ve etkili bir enstrüman olabileceği düşüncesinden hareketle kısa zaman içinde Ukrayna, Gürcistan ve Moldova, hatta devlet unsurlarına sahip olup olmadığı gerçekten tartışılabilecek Bosna-Hersek aday ilan edilmiştir. Moldova ve Ukrayna ile katılma müzakerelerini başlatma kararının 25 Haziran’da açıklanması beklenmektedir. Devlet ve Hükümet Başkanları Zirveleri daimî başkanı Charles Michel Doğu’ya genişlemenin 2030’a kadar tamamlanabileceğini iddia etmiş, ancak AB eski Komisyon Başkanı Barroso bunun bir hevesten (aspiration) ibaret olduğunu beyan ederek Michel’in beyanı üzerine soğuk su dökmüştür.
Genişleme sürecinin o kadar kolay olmadığı ve üyeliğin de öyle kısa yoldan elde edilmesinin de pek mümkün olmadığı vakit geçmeden anlaşılınca AB’nin bölgede genişleme yoluyla Rusya ile yürütmeye çalıştığı bilek güreşinin pek de arzu ettiği şekilde gelişmediği ortaya çıkmaya başlamıştır. Son haftalarda gerek Gürcistan’da gerek Kuzey Makedonya’da AB adaylığı ile bağdaşmayan gelişmeler meydana gelmiştir. Bunlara kısaca bakalım.
Gürcistan’ın önemli bir bölümü 2008 yılından bu yana Rus işgali altında olmasına rağmen Rusya’nın etkisi seçimler yoluyla artmaya başlamıştır. İktidardaki Rus yanlısı hükümet, halk gösterilerine rağmen ülkeyi gittikçe Rus güdümüne sokmaya başlamıştır. En son bağımsız medya üzerine bir kilit koyacak “etki ajanları” kanunu halkın güçlü gösterilerine rağmen Parlamento’dan geçmiş, eski bir Fransa büyükelçisi olan Cumhurbaşkanı tarafından veto edilmiştir. Ancak hükümetin bunu geçirmekte ısrarlı ve başarılı olacağı beklentisi yaygındır.
Kanunun yürürlüğe girmesi halinde ülkenin üyelik heveslerinin bir darbe alacağı yönünde AB tarafından gelen uyarıların dikkate alınacağı şüphelidir. Benzer bir kanunun ülkemizde gündemde olduğu anlaşılıyor. Tasarı ortaya çıkarsa Gürcistan’daki protestolara benzeyen bir tepkiye yol açıp açmayacağını zaman gösterecektir.
Balkanlarda da durum pek parlak değil. Kuzey Makedonya’nın AB yolunda ilerlemesine Bulgaristan’ın koyduğu engelin halkta yarattığı bıkkınlığın neticesinde son parlamento ve cumhurbaşkanlığı seçimlerini milliyetçi sağcı güçler kazanmış, yeni cumhurbaşkanı ant içerken ülkenin resmi adı olan ve Yunanistan’ı tatmin etmek için kabul edilen Kuzey Makedonya ismini kullanmamış, sadece Makedonya demiştir. Ant içme töreni Yunanistan’da tepkilere yol açmış, yeni hükümet ile AB üyesi iki komşusuyla, dolayısıyla da AB’nin kendisiyle yeni sorunların ortaya çıkacağının işareti olarak görülmüştür.
Sırbistan’ın da AB yolundan dönmekte olduğuna dair işaretler az değil. Geçtiğimiz günlerde Çin lideri Xi Jinping’in bölgede AB ve NATO içinde nifak yaratmak amacıyla yaptığı gezide Macaristan’dan başka ziyaret etmek için seçtiği diğer Doğu Avrupa ve Balkan ülkesinin Sırbistan olması tesadüf değildir. Cumhurbaşkanı Vucic’in Sırbistan’ın geleneksel Rusya yanlısı politikasını sürdürmesi bölgede bu ülkenin en yakını olması sonucunu doğurmuştur.
Xi’nin ziyareti de bunun mükafatı sayılabilir. Bu arada kamuoyu yoklamaları Sırbistan’daki AB desteğinin Balkan ülkeleri arasındaki en düşük olduğunu göstermektedir.
Bosna-Hersek de adaylığını kuvveden fiile geçirme imkanına pek sahip görülmüyor. Yukarıda da belirttiğim gibi bu ülkenin gerçek bir ülkenin sahip olması gereken unsurlardan bir hayli uzakta olduğu devleti oluşturan farklı toplumların 1992-1995 yıllarındaki savaşlardan bu yana geçen zaman zarfında bir birlik oluşturamadıkları, Sırpların bağımsızlık ve belki Sırbistan’a bağlanmak hedefinden vazgeçmedikleri görülmektedir.
Arnavutluk ve Karadağ’da ise sorunlar daha çok yolsuzluk ve adi suçun önüne geçecek reformların kabul edilememesinden kaynaklanmaktadır. Karadağ’da seçimlerde en büyük oy oranını AB yanlısı bir parti kazanmış olmasına rağmen Sırp yanlısı başka bir partiyle koalisyon kurmaya mecbur kalmış olması şüphesiz reformları geciktirmektedir. Karadağ müzakerelere 2012 yılında başlamış olmasına ve 30 fasıl açmasına rağmen bunlardan hiçbirini henüz kapatamamıştır.
Arnavutluk’ta ise halkın %97 AB üyeliğine taraftar olmasına rağmen yapılan reformların eksikliği nedeniyle henüz fasıl açmak mümkün olmamıştır.
Moldova Haziran 2022’den bu yana aday olmakla beraber henüz müzakerelere başlayacak bir konumda değildir. Moldova vatandaşlarının önemli bir bölümünün aynı dil ve kültüre sahip oldukları AB üyesi Romanya’nın da tabiiyetine sahip olmaları ilginç bir durum yaratmaktadır. Ancak Moldova’nın İkinci Dünya Savaşı öncesinde Romen toprağı olmasına rağmen Romanya’nın bu ülke üzerinde gözü olmaması, tersine AB ile bütünleşmesini desteklemesi bir avantajdır. Son olarak Moldova AB ile imzaladığı bir güvenlik işbirliği anlaşmasıyla Rusya’yı kızdırmayı başarmış, hatta Ukrayna’nın başına gelenlerin onun da bir gün başına gelebileceği tehditleriyle karşılaşmıştır. Katılma müzakerelerini başlatma kararının Moldova’ya bir mükafat olacağına şüphe yok. Ancak bu müzakerelerin kısa zamanda sonuçlanmasını beklememek gerekir.
En öncelikli aday Ukrayna savaş halinde olması nedeniyle üyelik hedefi onun için bir hayli uzak gözükmektedir. Önemli bir tarım ülkesi olması nedeniyle üyelik halinde AB’nin mevcut ülkelerindeki tarım sektörleri için ciddi bir rekabet sorunu yaratacaktır. Büyük nüfusu da AB içi dengeler açısından şüphesiz bir sorun yaratacaktır.
Özetle, AB’nin genişlemesi yakınlarda gerçekleşecek gibi gözükmüyor. Dolayısıyla ülkemizin karşılaştığı engellerin benzerlerinin diğer adayların da önünde olduğu açık.
Tabii Avrupa’da aşırı sağın yükselmesi de genişlemenin karşılaştığı ilave bir engeldir. Yani sorunlar sadece ilgili ülkelerden değil Avrupa’nın aşırı sağın güçlenmesine paralel olarak kendi içinden de kaynaklanmaktadır. Geleneksel olarak dışa en fazla açık olan ülkelerin başında gelen Hollanda’nın son seçimlerden sonra ters istikamette gitmesi hayra alamet değildir. 6-9 Haziran’da yapılacak olan Avrupa Parlamentosu seçimlerinden beklendiği şekilde sağ ve aşırı sağ partiler güçlenerek çıkarsa genişleme daha büyük sıkıntılarla karşılaşacaktır.
AB’nin bu durumda karşılaşacağı bir sınama var: ülkemizde ve diğer bütün adaylarda da görüldüğü üzere üyelik hedefi uzaklaştıkça reform süreci de zayıflıyor, hatta tersine işliyor.
Neticede AB’nin etkinliği azalıyor. Ancak üyeliğe alternatif bir model de şu ana kadar geliştirilemedi. Çok çemberli Avrupa, Avrupa Siyasi Topluluğu (EPC) gibi fikirler göz dolduracak nitelikte olmamıştır. Bu kısır döngüden kurtulup kurtulamayacağı AB’nin önündeki belki en büyük sınamayı teşkil etmektedir.